2 Eylül 2018 Pazar

Başarısız Bir Diorama Denemesi


Bir süredir denizde geçen bir sahneye ait bir diorama yapma isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Bugün bu çalışmanın öncesinde deneme amaçlı yaptığım çalışmadan ve bu çalışmanın nasıl neticelendiğinden bahsetmek istiyorum. Daha sonraki çalışmalarda kendim de ne yaptığımı görmek için buraya bakacağım için konuyu üç bölümde ele alacağım; ilk kısımda maketten biraz basedip, ikinci kısımda diorama zemininden ve son olarak da epoksi reçineden ve sonuçtan bahsedip yazıyı bitireceğim.

     Genelde asıl yapmak istediğim şeyi yapmaya başlamadan önce daha küçük ölçekli bir test modelini yapmayı uydun görüyorum. Böylelikle hem sonucunu bilmediğiniz bir iş için çok fazla mali kayba uğramamış, hem de asıl istediğim şeye daha iyi bir biçimde ulaşmış oluyorum. Bu sebepten elimdeki büyük ölçekli denizaltılardansa bu küçük 1:350 Type VII/C maketini karcamayı uygun buldum. Çok az parçadan oluşan Revell'e ait bu kit tamamlanınca düşündüğümden de güzel oldu. Özellikle de kiti 1941 yıllarında Cebelitarık yakınlarında HMS Ark Royal'i batıran U-81 olarak imal edince minicik petrol artığı iyice açılıp saçıldı. Burada asıl önemli olan ilk defa denemiş olduğum weathering metodu. Ecnebilerin weathering dediği bu işlem aracı eskitmekten ziyade, aracın maruz kaldığı ortam şartları dolayısıyla üzerinde oluşan efektler topluluğu. Bu kelime için uygun bir Türkçe isim şimdilik kullanan görmedim. Her neyse ilk defa yağlıboya ile eskitme yanında pigment ve vernik ikilisini de kullandım. Yağlı boya kuruyup üzerine de mat verniği atınca maket üzerinde güzel daha dokulu bir yüzey oluşuyor. İşte bu yüzey üzerine pigment tozlarını uyguladım. Pas, su akıntılarını oluşturacak şekilde fırçayla uyguladığım efekte ek olarak bir de pas birikme ihtimali olan alanlara bol miktarda pigment uyguladım. Buralarda bilinçli olarak biraz pigment bıraktım. Yine bu işlemi suyun toplandığı, paslanmanın yoğun olacağı alanlara da uyguladım. Ardından mat verniği ikinci bir sefer daha uygulayınca çok hoş bir pas efekti oldu ve bunu bayağı sevdim. Bundan sonraki maketlerimde de bunu kesinlikle kullanacağım. Sanırım bunun aynını toz, çamur vs. akıntıları için de uygulayabiliriz.


     Gelelim diorama zeminimize. Ne yazık ki yapmış olduğum diorama zemini en sevmiş olduğum diorama zeminlerimden birisiydi. Diorama tam ruhunu bulabilsin diye Şile sahillerinden topladığım ince kumu ve İğneada yolu üzerinde, Demirköy civarından toplamış olduğum yaprak yaprak şeylleri kullandım. Şilenin ince kumu bu ölçek için bile çok çok güzel bir iş çıkardı. Son derece ince olması sayesinde boyandıktan sonra istediğim su altı zemini efektini çok hızlı bir biçimde sağlayabildim. Zemini yaparken öncesinde yüksekliği az, yumuşak geçişli tepeleri hayal etmiştim, ancak farkına vardım ki 1:350 ölçekteki maketim bu sahne içerisinde cücük gibi görünecekti. Bir Tip 7 U-boot hemen hemen seksen metreye yakın olmaktadır. Diorama zeminim ise bu ölçekte yaklaşık yüz metrelik bir mesafeye tekabül etmekte. Bu kadarlık bir alanda tatlı geçişli tepelerim çok yapmacık duracaktı ve U-boot'un azametinin kaybolmasına sebebiyet verecekti. Bunun yerine bende tepeleri oymuş olduğum straforu aldım ve küçük, ince uçlu bir cımbızla rastegel üzerinden küçük parçalar koparmaya başladım. Bu işlemi rastgele yapmak en önemli şey. Çünkü topografyada gördüğümüz şeyler genellikle asimetrik ve rasgele şekillerdir. İnsanoğlu istemese, farkında olmasa da tekdüzeliğe yatkındır ve farkında olmadan düzenli bir biçimde yaptığımız işler dioramaların gerçek görünmesinin önüne engel koyabilir. Bu işlemin ardından zemini alçı ile kapladım ve üzerine Şile'nin kumlarını boca ettim. Devasa keskin kayaları andıracak birkaç parça kayayı da ekledikten sonra zemini Tamiya XF-51, XF60 ve XF-54 ile renklendirdim. Beklediğimden çok daha iyi oldu, bir de birkaç parça vejetasyon ekleyince zemin tamamlanmış oldu.


      Gelelim hayal kırıklığının yaşandığı yere. Uzun zamandır birbirinden güzel bir sürü diorama yapan ustaların neden su altı dioramalarında epoksi reçine kullanmadıklarını merak edip duruyordum. Birkaç diorama ustası haricinde hiç kimse su altı sahnelerde bu metodu tercih etmemiş, onun yerine bunu ışık efektleri, buğulu camlar ile sağlamaya çalışıyordu. Bu çalışmayı batırırken bunun sebebini gayet açık ve net bir biçimde görmüş oldum. Egzotermik bir reaksiyon olan epoksi reçinenin kurumasının doğurduğu kontrol edilemez ısısı sonucu yanmış ellerim bir süre böyle bir şeyi denemekten beni men edecektir eminim. 




     Başından beri çaba harcadığım bu çalışmanın sonucu benim için çok üzücü oldu. Kontrol edemediğim ısı ne maket bıraktı, ne de zemini bıraktı. Sanırım kullanmış olduğum reçine tipi bu iş için pek uygun değildi. Yahut da oranlara pek özen göstermediğim için normalden kat kat daha fazla ısındığını düşünüyorum. Bir de dikkat etmediğim en büyük sorun katman katman çalışmak yerine tek seferde kalıba reçineyi tamamen dökmüş olmam. Aslında böyle petrol türevi ürünler ihtiva eden bir çalışmada sabırlı olmak ve birer cm'lik tabakalar halinde çalışmak çok başarılı bir netice verebilirdi. Sıcaklığın artacağını hazırlık aşamasında okumuştum ancak bu derece yükseleceğini aklımın ucundan bile geçirmedim. Bir ara yanan mukavva, strafor malzemelerden duman çıkıyordu. Kalıbı düzeltirken elimi katılaşmakta olan reçineye sokunca parmaklarım yandı. Eklem yerlerim şu yazıyı yazmakta olduğum anlarda hala yanmaya devam etmekteler. Atlantik'in ve Akdeniz'in dalgalarına göğüs germiş bu denizaltıyı bu derece hiçbir torpido, mayın, su altı bombası yamultamazdı herhalde. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder