Bazı anların zihninizdeki o granit kayalara çelik keskilerle kararlılıkla kazındığını hissedersiniz ya işte bu gösteriler de öyleydi benim için. T-28 Trojan, P-51 Mustang ve Spitfire’ı aynı anda gökyüzünde görmek, kelimelerin ötesinde bir deneyimdi. Bu piston efsanelerinden herhangi birini tek başına statik olarak sergileniyor halde görmek bile günüme anlam katardı, ama üçünü birden kol uçuşu yapıyor halde görmek bambaşka bir şeydi.
YouTube’da saatlerce “cold start” videoları izleyebilen biri olarak motorların sıfırdan çalıştığı o anda orada bulunmak, motorların nefes almaya başladığı o saniyeleri birebir duymak, ilk kükrediği anda egzozdan çıkan kara dumanları görmek neredeyse ruhani bir tecrübeydi.Yakıt kokusu, titreyen zemin, motorların metalik kükremesi… Bunları ne yazık ki basit bir kamera ile yakalama imkanım yok, yine de elimden geleni yaptığıma şüpheniz olmasın. Umarım bir gün sizler de izleyebilirsiniz bu üçlüyü.
İçinizden hiç "vay vay vay vay" diye yüksek sayılabilecek bir sesle vayladığınız oldu mu? Benim arada oluyor. Bu arkadaşı görünce refleksif olarak içimden "vay vay vay hele" sesleri gelmeye başladı. İnsanlar neler yapmış yahu dedim, hâlâ şaşırıyorum bunları nasıl yaptığımıza. Daha ekip biçmeye 14-15 bin sene önce başladık, düşünsenize en iyi ihtimalle 200 bin sene dağlarda bayırlarda koşturduk. Son birkaç bin yılda neler yapmışız, baksanıza şuna. İnanılmaz güzel bir şeydi. Ben bu uçağın maketini hep 1/72 ölçekte yaptığım için böyle küçük, tatlı bir şey sanıyorum. Videolarda falan da çok anlaşılmıyor tek başınayken ama yanına varınca, tüm ilkel dürtülerimle "Tanrım, bağışla kulunu, bu ne?" diyerek çözülen diz bağlarımı toparlamaya çalıştım. Aynı Spitfire’da olduğu gibi motorunun titreşimini yüreğimde hissettim. Hayatımda ilk defa başıma şöyle bir şey geldi, videonun 0:28. saniyesindeki kısmına bakarsanız, cold start sonrasında titreşimlerden kamera bile etkileniyor. O kadar tatlı bir blurluk geliyor ki motorun devri arttıkça…Umarım tekrar havada görme fırsatım olur bu arkadaşları. Tarifsiz bir andı. Kesinlikle 1/48 ölçeğini yapmalıymışım bu uçağın. Gerçekten Merlin Engine de Merlin Engine'miş...
Bazen çok istediğiniz şeylerin gerçekleşmesi arkasında garip bir sessizlik bırakabiliyor, bu uçağı havada görmek de öyleydi benim için, rüyama dokunmuş gibi hissettim kendimi. O kadar istiyordum ki bu uçağı havada görmeyi, o Rolls-Royce Merlin motorunun kükremesini kulaklarımla duyabilmeyi. Sonra çok garip bir hisle doldu içim, ölmeden yapılacaklar listemden bir madde daha eksilmişti, bir madde daha mı yaklaştım dedim sona. İçinizden bazıları videodaki bazı sahneler için "lan burada uçak bile görünmüyor, bu kısmı niye kırpmadın?" diye serzenişte bulunabilirsiniz arkadaşlar ama sesi o kadar güzeldi ki, kıyamadım kesmeye, benim gibi manyaklar için böyle anların kesilmesi hakaret demek. Her şeye rağmen dediğim gibi bublar hep benim kişisel online arşivim, belki siz de paylaşmak isterseniz hissiyle paylaşıyorum.
Çektiğim görüntüler içerisinde en hoşuma gidenlerden birisi de T-6 Texan oldu, doğrusunu söylemek gerekirse yine elimdeki toplam elektrik gücünün sınırlı olması ve biraz da sağda solda motor çalıştıran Mustang'lerin Spitfire'ların olması odaklanmamı biraz zorlaştırıyordu, her şeye rağmen güzel şeyler takıldı kadrajıma, videonun sonundaki kokpit detayını bayağı beğendim kendi adıma.
Size ne demiştim? Gösteride gerçekten bir sürü uçak vardı. Skywagon, kesinlikle en güzellerinden biriydi. Uzun yıllardır bush pilotları ve macera sever uçuş tutkunları arasında özel bir yere sahip bu arkadaş engebeli arazilerden izole göllere kadar hemen her koşulda görev yapabilen çılgın bir makina.
Kargo uçaklarına her zaman özel bir hayranlık duymuşumdur. Onların tasarımında kendine özgü, dürüst bir sadelik vardır, gösterişli olmaya çalışmazlar; güzellikleri işlevselliklerinde gizlidir. Her panel, her perçin, motorlarından gelen sesler dayanıklılığın ve güvenilirliğin bir ifadesidir. Taşımak, teslim etmek ve her şeye dayanmak için tasarlanmış bu küçük devleri izlemeyi gerçekten çok seviyorum.
Gösteride karşılaştığım en zarif manzaralardan biri, bu gümüş renkli Cessna 195A Businessliner’dı. Ne yazık ki bu arkadaşa dair çok fazla görüntü kaydedemedim; o gün bu kadar çok uçağı çekeceğimi tahmin etmemiştim ve kalan şarjımı birkaç kişisel favorime saklamak zorundaydım. Yine de bu klasik güzelliği en azından birkaç saniyeliğine de olsa kayda almadan edemedim. Parlak metal kaplaması ve zamansız hatlarıyla Cessna 195A, üretilmiş en zarif genel havacılık uçaklarından biri. Sonrasında müzede şöyle bir fotoğrafımız da var kendisiyle anı olarak o da burada yerini alsın.
Karşınızda bildiğim kadarıyla bir çok filmde oynamış gerçek bir Vietnam gazisi var, her ne kadar helikopterlere pek ilgim olmasa da eski hareketli kanatlıların duruşu insanı etkiliyor.
Havacılıkla uzaktan yakından ilgilenen herkes, C-47 hakkında sayısız hikâye duymuştur, ben de onlardan biriyim. Neler okumadım ki? Pervanelerden saçılan buzların gövdeye çarptıkça çıkardığı korkunç sesler, sayısız yıldırım düşme hikayesi, tek motorla veya motorsuz inişler. Tüm bu hikayelerin ortak noktası bir şekilde mürettebatın sağ salim yere iniyor olmalarıydı. Bu uçağı yıllardır statik sergilerde defalarca görür ve her seferinde kendi kendime şunu sorardım:“Gerçekten bir C-47’yi uçarken görmek için Afrika’nın ücra köşelerine mi gitmek gerekiyor?” Sonunda karanlığın yüreğine gitmeme gerek kalmadan bu kuşu havada görme imkanı buldum. Hislerimi burada size anlatamam, gökyüzünde süt beyazı devasa bir kuğu izliyor gibiydim, zaman durdu sanki o kadar güzeldi. Sanırım tekrar gitmem gerekecek seneye, şimdiden özlüyorum onu.
Sıradaki uçaklar yanılmıyorsam, şu anda Türkiye’de uçabilir durumda olan en yaşlı uçaklar ve onları havada görmek gerçekten ilginç bir tecrübeydi, bastonuyla break dance yapan dedeler gibiydiler. Şaşırtıcı derecede güzel uçuyorlardı, insalık be ara bu günlere geldi hala inanamıyorum, bu eski teknoloji uçaklar bile ağzımı açık bırakıyor.
SHG Airshow 2025 izlenimlerimize kaldığımız yerden devam, bu defa çok özel bir uçaktan bahsedeceğiz: seri numarası T7471 olan de Havilland Tiger Moth. Bu, sıradan bir çift kanatlı uçak değil, kendisi tam olarak 9 dalda Oscar kazanan “The English Patient” (İngiliz Hasta) filminde yer alan o efsane uçak. Onu havada görmek gerçekten büyüleyiciydi, sinema tarihinin parçası olan bu uçak, gökyüzünde bambaşka bir şekilde “yaşıyor”. Zarif hatları, motorunun o kendine özgü sesi ve havada süzülüşüyle insanı zamanın gerisine götürüyor.
Her zamanki gibi çekim kalitesi için şimdiden özür dilemek isterim, kameram ve kurgu yeneteklerim asla sahneyi size aktarma konusunda düzgün bir iş çıkartacak seviyede olamıyor, bunlar aslında daha çok benim kişisel arşivim niteliğinde olan görüntüler ancak benim gibi Youtube'da saatlerce bu şekilde şahsi görüntü arşivinde gezinmeyi seven az sayıda insanın belki işine yarayabilir veya zamanlarını hoş geçirmelerine sebebiylet verebilir düşüncesiyle mutlaka görüntüleri internet ortamına taşıyorum.
Bu uçak çok yakın zamana kadar atış eğitimlerinde hedef olarak kullanılıyormuş, sırtında bayağı bir mermi izi vardı şu halinde bile. Sonradan bir şekilde adını nasıl telaffuz edeceğimi bilemediğim Bartosz Maciejczyk abimizin eline geçiyor bu kuş ve netice işte gözlerinizin önünde. Bu kadar hantal görünüp bu kadar sanırım doğru tabiri ile "devingen" bir uçak görmemiştim. Hızını aldıktan sonra kamerayla takip edemedim, bir yandan o kadar sakin ve yavaş görünüyorken öte yandan kamerayla takip etmesi bile zor. Tartışmasız gösterinin yıldızlarından biriydi, böyle havalarda parlatılmış alüminyum yüzeylerde güneşin yansımalarını takip etmek de insana inanılmaz bir haz veriyor. Tek kelimeyle muhteşem bir gösteriydi, emeği geçen herkese ne kadar teşekkür etsek az.
Bazı pilotların gerçekten de kafası hiç yerinde olmuyor, bu Typhoon'u uçuran arkadaş da öyleydi sanırım. İnsan arada bir afterburner kapatmaz mı arkadaş nasıl bir yakıt stoğun var senin, çok büyük bir uçak da değil Typhoon bu kadar bol keseden harcamak nedir şu zamanda yahu? Ağzım açık kaldı, umarım tez elden bize de gelir şöyle iki filo da doya doya izleriz.
***Video için çok çok özür dilerim, uçak çok yukarıda ve aşırı hızlı olunca kameraman ne yapabilir a dostlar?
Hayat insana gerçekten çok güzel sürprizler hazırlayabiliyor, yıldırım aşkına inanmazdım şu güzelliği görene kadar. Bu yaşıma kadar genel olarak düşününce çoğu şeyi tanıdıkça sevdiğimi düşünmeme rağmen T-28 Trojan beni mahvetti arkadaşlar. Bu uçağın resimlerini falan sağda solda görünce yüzüne bakmazdım pek, öyle bir uçağın varlığından haberim vardı sadece o kadar. T-6 Texan benzeri bir şeydi işte. Gösteride ilk havalanan uçaklardan birisi oldu, sesi o kadar güzeldi ki kayıtsız kalamazdınız asla. Görüntüsü zaten güzel, şu renklere bir bakın. Neyse o gün aklıma bir kurt düştü hemen, bunun kitini bulmam lazımdı, ne yazık ki Türkiye sınırları içerisinde hiçbir yerde bulamadım. Zaten iki tane kit var piyasada 48 ölçekte, birisi eski Monogram kiti, diğer Ukrayna'lı üretici Roden'in kiti. Roden'in kitine de pek denk gelemedim alışveriş sitelerinde.
Neyse sonra tüm ülkelerin Amazon sayfalarını gezerken Amazon US'te buldum, biraz pahalı sayılabilecek bir ücret karşılığında satın aldım, farkında olmadan karımı dolandırmışım, meğersem kendi kartını kaydetmiş alışveriş yapmak için. Şimdi geriye kargoyu beklemek kalıyordu, bir gün ofiste danışmadan aradılar, kargonuz var dediler. Yine hatırı sayılır bir meblağ vergi olarak ödendikten sonra kutuyu teslim aldım, alışkanlık gereği ilk olarak adrese baktım, bir de ne göreyim maket Ukrayna'dan gelmiş, direkt üretici firma gönderiyor sanırım. Çok duygulandım savaş zamanı adamları zahmete soktum diye sonra bir de keder bastı. Şimdi muhtemelen bu kiti kıyıp yapamayacağım asla, yedeğini de nasıl bulurum bilmiyorum. Ben bu derdi çözümlemeye çalışırken uçağın videosunu bırakıyorum aşağıya.
Ayrıca son olarak bahsetmek istediğim bir konu daha var, şu koskoca uçakları çekmek için bir Mini Couper kullandıklarını görünce ve bayağı kıskandım, söyleseniz biz de Daihatsu Cuore'mizle gelirdik kardeşim, benim Cuore'min neyi eksik, sizlere and içerim ki demirciye gidip uçak çekmek için ön tarafa çeki demiri yaptırmamak için kendimi zor tutuyorum çünkü biliyorsunuz yaptırırsam kesin sürekli arabada tutarım, e yani insanın ne zaman nerede uçak çekeceği belli mi oluyor sanki, o yüzden yaptırmıyorum ama içimde de kalmadı değil doğrusu. Böyle saçma şeyleri de neden düşünüyorum bilmiyorum.
Yıllardır bir yolunu bulup katılmak istediğim etkinliklerden biriydi Sivrihisar Hava Gösterileri (SHG Airshow). Her yıl filoya yeni yeni uçaklar eklendikçe bu etkinliğe kayıtsız kalmak günden güne zorlaşıyordu. Özellikle geçen sene Spitfire’ın da koleksiyona dahil edilmesiyle artık bu gösteriye herhangi bir bahane dolayısıyla katılmıyor olmak affedilmez bir şey hâline geldi.
Bir gün yine ıssızlığın ortasında ben arayacakken Tora beni aradı, konuyu açtığı anda öne süreceğim her türlü gitmeme sebebinin boş olacağının ikimiz de farkındaydık, zaten çok da direnme şansım yoktu. İkimizin de son derece düzensiz programına rağmen bir şekilde planlarımızı ayarlayıp gösterileri araya sıkıştırdık. Ve bu sanırım hayatta yaptığım ender doğru şeylerden biriydi.
Hayatımda mutlaka en az bir kez yaşamam gereken bir deneyimmiş bu. Onlarca yıl önce emekliye ayrılmış havacılık efsanelerini gökyüzünde yeniden görmek, motorlarını yeniden gökyüzünü yararken duymak tüyleri diken diken eden bir histi. Elimdeki sınırlı imkânlarla bolca fotoğraf ve video çekmeye çalıştım; hatta gösteri öncesinde araya bir tane de çizim sıkıştırdım.
Bu yaz biraz zor bir yaz oldu benim için, üstümden geçip gitti tüm ağırlığıyla. Hala toparlayabilmiş sayılmam ama en azından bu gösteri yaza güzel bir final oldu gibi. Çektiğim görüntüleri ancak kurgulayabildim ancak gün gün ekleyeceğim onları da, umarım bundan sonraki gösterilere de katılma fırsatı ve motivasyonu bulabilirim.
Bu senenin en ilginç buluşma mekanlarından birisi tartışmasız Haliç Tersanesi oldu, maalesef biz gittiğimizde sergi salonları kafeler kapalıydı, İBB'nin diğer İBB Miras tesisleri gibi atıl haldeydi ama tersaneye bu kadar yaklaşmak güzeldi. Kuru havuzda vapurlardan biri bile vardı, havuzlanmış gemi görüntüleri konusunda biraz takıntılıyımdır tahmin edeceğiniz üzere, şu fotoğrafı çektiğim yeri bulur bulmaz arkadaşlarıma çizim lokasyonu olarak göstermek için koştum, sonra herkes oraya akın edince iş güvenliği sebebiyle kapattılar, oradan çizim yapmak istiyordum oysa, hevesim resmen kursağımda kaldı ve evet sonrasında da çizim yapmak gelmedi içimden, hemen eve gittim ve yatağın üstüne atlayıp ağladım diye de bitebilirdi bu hikaye eğer buluşmanın kalanı bu kadar güzel geçmeseydi.
Geçen buluşma size işlerin nasıl konjtrolden çıktığından bahsetmiştim hatırlarsanız, tahmin edin ne oldu artık tamamen delirdi, koptu gitti. Yüzüncü buluşmamızı yaptık bilmiyorum gündemlerinizde yerimizi aldık mı ama bu grup birçok şeye rağmen yüzüncü buluşmasını yaptı. En garip buluşmalardan biri oldu benim için. Bir yandan sevinirken garip şeyler de öğrendik, meğersek grubumuza düzenli ücretli bir biçimde katılımcı gönderen organizasyon grupları da varmış. Bu zamana kadar asla kar amacı gütmediğimiz senelerce emek verdiğimiz bir oluşumu bu şekilde kullanmak isteyenler konusunda ne yapabiliriz bilmiyorum. Yine de öyle veya böyle yüzü tamamladık, hayatınmda çok da eşine rastlanmayan bir süreklilik...
Sanırsam biz biraz ünlü olduk dostlar, bu buluşma TRT World'den geldiler, dünyada ülkemizi temsil etmemiz falan gerekiyormuş, hiç de farkında olmadan böyle bir yük yüklenmiş omuzlarımıza, e ne yapalım tamam dedik bizler de artık. Biz de başlarken bu işin buralara varacağını tahmin etmiyorduk ama kader işte, hayatta bazen böyle tatlı şeyler de olabiliyor, videoyu da aşağıya bırakıyorum.
Geçtiğimiz ay mesaj kutumuza bir mesaj düştü, mesajın sahibi Joaquin Gonzales Dorao abimizmiş, hemen heyecanlandık tabii ki. Meğersem kendi USk grubuyla İstanbul'a geliyormuş, birlikte çizelim mi dediler, dedik neden olmasın şahane olur, sonra programımızı yaptık hemen, güzel bir buluşma oldu. İspanyol teyzelerden bir sürü numara kaptık, sonra birlikte çay içmeye gittik, sanırım ağırladığımız en neşeli gruptu, umarım bunu tekrarlarız bir gün yine...
Bazı yerlerde ne kadar çok buluşma yapsak da eskimiyor, Kuzguncuk'ta öyle bir lokasyon bizim için, her ne kadar ulaşım konusunda biraz zaman zaman zorlansak da Kuzguncuk buluşmalarını seviyorum. Bu sefer çizimden çok kendimizi yemeğe kaptırdığımız bir buluşma olmuş olabilir. Ben yine bir şeyler çizemedim ama en azından bu buluşmada denemek istemiştim.
Yine benim resim çizmeye üşendiğpim bir başka buluşma, yine çantamda bir sürü defter ve yine kağıda gökülen tek bir çizgi yok. Neyse ki Demir Kilis'de çizilmiş bayağı resim var arşivimde, o yüzden bu seferlik küçük bir hile ile eski resmimi tekrardan koyuyorum hepten de boşlamış gibi durmamak adına. Üşengeçliğimi ve yaptığım küçük numarayı bağışlarsınız diye düşünmek istiyorum, artık iyi kötü bir hukumuz var o kadar. Bir tane de olsa çizim yaptığım nice buluşmalara artık...
İş değiştireli neredeyse beş ay oluyor, bu beş ayda ne haftaiçi ne haftasonları sakin tek bir günüm olmadı, haftaiçinde mesai bu kadar geç saatlerde bitince haftaiçi işleri haftasonuna da sarkıyormuş meğerse, bundan da kimse bahsetmemişti. Zorlu bir beş ay sonrası biraz biraz normale dönmeye başladı sanki tekrardan hayatım. Biraz insan içine bile karışmaya başladım son birkaç hafta. Bu posttaki buluşmayı yaptığımız günlerde henüz panikle yeni düzenime alışmaya çalışıyordum. Güzel bir gün olsa da zorlu bir gün olmuştu yine benim için. Başta bu kadar şeyin ortasında buluşma yapmasak mı diye bir düşünmüştük ama iyi ki üşenmemişiz ve totomuzu kaldırıp o buluşmayı yapmışız. Çizim atmosferi olarak herhangi bir buluşmamız yanına bile yaklaşamaz herhalde, ilahiler, etrafta yanan mumların dumanları, görevlilerin tören kıyafetleri falan bayağı güzeldi. Yeni yıla bundan iyi başlangıç olamazdı herhalde, o kadar gaza geldim ki bir resim bile çizfim içeride, her ne kadar yine perspektifi fena halde kaymış olsa bile.
Burayı nasıl kullandığımı artık biliyorsunuz, bu blog benim görsel, zaman zaman işitsel arşivim gibi. Genelde hayatımı o anda etkileyen şeylerden ufak da olsa bahsetmeye çalışırım. Bu yazı da öyle bir yazı daha çok kendime düştüğüm bir not, umarım görgüsüzlük yazısı olarak algılanmaz, standart kit inceleme yazılarımdan biri olarak bakarsınız umarım.
Bu yazı serisine ....'nın güzelleri diye başlamış olduğum için bu senenin başlığı da aynı şekilde oldu ancak ne yazık ki bu seneki kitler öyle çok da "Helal olsun lan, ne kitmiş be!" diyeceğim türden olmadı, hatta çoğunluğu idare eder derecesinin bile çok çok altındaydı. Modelcilik açısından hayal kırıklıklarıyla dolu bu senenin kitlerine önce en kötülerden başlıyorum, sonrasında zaten beğenmiş olduğum topu topu birkaç kitten bahsedip yazıyı kapatacağım.