27 Haziran 2017 Salı

İstanbul Akvaryum'da Çizim


     Tatili güzel değerlendirmek adına eşimle birlikte Florya'da kurulan büyük akvaryuma gitmeye karar verdik. Planımız aslında çok güzeldi fakat kalabalığı hesaba katma olanağımız yoktu. Her neyse çantamızı yapıp yola düştük. Birkaç aktarma sonrasında akvaryuma vardık. Başımıza gelecek olanları görsek büyük ihtimalle kapıdan dönerdik, fakat öyle olmadı. Adeta bir akıntıya kapılmışcasına kaderin bize hazırladığı felakete doğru gidiyorduk. 
     İçeride aklı mantığı yerinde her insanı delirtmeye yetip artacak kadar sinir bozucu bir kalabalık vardı. Bu kalabalığın muhteviyatındaki en sinir bozucu unsur tabiki de çocuklardı. Sürekli koşturup ayağınıza basan, balık gördükçe tankları tekmeleyen, sürekli ciyaklayan bu garip yaratıklardan hiç hazzetmiyorum. Hayatlarında hiçbir haltı becerememiş insanların ne yazık ki ülkede tek tatmin yolu çocuk yapmak olduğu için, bu çocuklar müzede, tiyatroda, filmde size hayatı dar edebiliyor. 
     Akvaryumu bize dar eden ikinci grup ise bunların velileriydi. "Göster amcana pipini" diye diye çocuk büyüten insanlar, ne yazık ki çocuğunun her taşkınlığına onay vermenin ötesinde "Aferin benim aslanıma" tavırlarıyla etrafta koşuşup duran çocuklarının arkasından insanlara çarpa çarpa, bebek arabalarıyla ayaklarınızın üstünden geçe geçe ilerliyorlardı. 
     Üçüncü sinir bozan grup bu baştaki iki grubu da içine alan "Selfie" insanlarıydı. Bütün bir akvaryumu telefonlarının ekranlarından izlediler. Ekrandan başlarını kaldırdıkları yegane zamanlar selfie çekim zamanlarıydı. Bu sebepten ötürü bizler de tankları görmekte çok zorlandık. Çünkü her tankın önünde bir sürü insan fotoğraf çekilmek için sırtını dönüyor ve tankı kapatıyordu. Yani hiç kimse tanklara bakmıyordu. 
     Bu insanların umurlarında olan tek şey o tankın önünde fotoğraf çekilmekti. Kişi başı elli liraya yakın para verip, geliş sebebi olan akvaryumlara bakmadan hızlıca fotoğraf çekilip çıkan bu kalabalık gerçekten çok ilginçti. Üzerlerinde çalışmak isterdim. Birde Arap turistler vardı, o konuya girersem çıkamam, bu yüzden girmiyorum. 
     Bu kadar insan arasında bende çizim yapabileceğimi sandım, evet, bunu ciddi ciddi düşündüm. Fakat sadece bu resmi çizebildim. Yerin altında, dar tünellerde, güneşin altında, ıslak ve soğuk yerlerde, yağmurda bir sürü farklı yerde çizim yapmaya çalıştım, fakat bu kadar çile çektiğimi hiç hatırlamıyorum. Çocuk çığlıkları, ter kokusu, sıcak ve rutubetli ortam şartları, sürekli ayağınızın üstünden geçen bebek arabaları ve daha bir sürü şey. Kendime burada çizim yapmaya çalıştığım için ettiğim küfrün haddi hesabı yok. Sinirden defteri kemirmeye başlamama az kalmıştı ki eşim kolumdan tutup bizi sinirle dışarı çıkardı. Bir milet düşünün ki bu kadar kutsadığı şehrini, milyonlarca insanın ayakları altında çiğnetip, resmen ona tecavüz ediyor, ettiriyor. Çizim yapacak sakin bir yer bulamıyorum artık. İnsanlar İstanbul'da yürüdüklerinin farkında değiller. Bazen defteri kalemi fırlatıp atasım geliyor insanların kafalarına.

4 yorum:

  1. Geçmiş olsun. Dertli bir konu bu. Milyonlarca kültürsüz insanın yaşadığı bir şehirdeyiz. Ben de rahatça kitap okuyabileceğim müziksiz ve sakin bir yer bulmakta zorlanıyorum. Çocuklar ise ayrı bir dert. Bir çocuğa bakıp ailesinin düzeyini görmek mümkün. Halkımız maalesef çocukları aşırı şımarık bir şekilde yetiştiriyor. Bu durumu ilk Ayasofya'da fark etmiştim. Yüzlerce yıllık dini bir mabedin içinde saygısızca gezinen, koşturan çocukları ve onlardan beter anne-babalarını görünce her defasında utanıyorum. Çocuktur ne yapsa yeridir deniyor ama mesela Japonların çocukları çocuk değil mi? Merak ediyorum sadece bizim memleketin çocukları mı çok çocuk acaba?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu konuyu bende çok düşündüm. Acaba biz ne yapıyoruz da bu çocuklar durmadan ciyaklıyorlar da dışarıdaki çocuklar en azından müze, kütüphane, sergi gibi yerlerde ortamın gerektirdiği şekilde davranabiliyor. Japonları gözlemleme imkanım olmasa da Slav çocukları gözlemleme imkanım oldu ve hiçbiri de bu şekilde bağıra çağıra müze vs. gezmiyordu. Tabi velileri de konuşmak lazım. Sanki büyükler çok mu uygun davranıyor? İstanbul'da en mutlu olduğum yer Osman Hamdi'nin bizlere hediyesi Arkeoloji Müzesidir. Buraya gelen yetişkinleri bir oturup izleyin, göreceğiniz sahneler sizi eminim hayrete düşürecektir.

      Sil
  2. Yazınızı baştan sona dikkatlice okudum. Az bir sos daha ilave edilse haftalık mizah dergisine kuvvetli malzeme olur.
    Bu arada 6 yıldan beri cevap aradığım bir soruya da sayenizde cevap buldum.
    6 yıl önce uzun yıllardır kendisi ve eşi dostum olan bir aile iki kız çocuğuyla bizim bu tarafa tatile geldiler. Zaten dostlar artık tatil konusu olmadıkça da aramıyorlar ya neyse. Bir akşamüstü sahildeki bir İngiliz tarzı pubda oturuyoruz. Dostum olan baba ve anne tatlı bir şeyler söylediler. Büyük kız bir sandviç, ufak ise hamburger, kola istedi. Ben de bir çay rica ettim. Siparişler gelince tüm aile yemeğe başladı ama ufak kız hariç. Ufaklık ilk önce benim çayın yanında gelen 25 kuruş büyüklüğündeki kurabiyeye masanın öteki ucundan sarkarken ben uzatayım derken kurabiye yere düştü. Yere düşen kurabiyeye masaların müdavimi kedilerden biri müşteri oldu ama bu seferde ufaklık babasının pastasına musallat oldu. Kimse masa adabı ile ilgili ikazda bulunmadığı gibi teşvik ediyor. Pastadan sonra ufaklık hamburgerinin üst ekmeğini açıp ne bu diye yaygarayı kopardı. Vay efendim mayonez yokmuş. Efendim servisi yapan arkadaşa mayonez sipariş edildi. Tabaktaki hamburger yanında gelen kızarmış patatesten bir tane ağzına atıp annesinin önündeki frozen limonataya uzanıp aldı. Ben bütün bu olanları soğuk kanlılıkla izlerken bir de üstüme bir ateş ardından üşüme gelince dengemi kaybedip ufaklığa "Hadi Tamam Ne Yiyeceğine Karar Ver" diye çıkıştım ki yerine oturup toparlansın.
    3 dakika içinde masa toparlandı. Dostum olan aile 6 yıldır benimle görüşmüyor.
    Yazı okurken çözdüm nasılsa, hani şimşek çakıyor ya..
    Buraları tatil beldesi. Her milletten insan bebe şebe maaile buralara geliyorlar. Ben de sevdiğim aile kültürü ve terbiyesini yakından gözlemleyebiliyorum.
    Bizimkilerin eşi menedi yok, şu cihanda. Bir kaç gün önce bir İngiliz aile sahilde önümde yürüyor. Bizim sahilde restaurantlardan beslenen dombili bir tekir kediye denk geldiler. Elma yanaklı oğlan kediyi sevmek için annesinden ve babasından izin aldı. Ben de izliyorum. Kediyi bir yetişkin gibi sevdi. Sonra aile de durdu kediyi sevdi. Kediyi kucağına almak için anne babadan tekrar izin istedi. Anne dikkatli olmasını öğütleyip izin verdi. Fakat kedi dombili, en 5-6 kilo, kaldıramadı garibim. Babasından yardım istedi ve kediyi banka koymasını istedi. Baba tekiri banka koydu. Ufaklık da yanına oturup tekiri sevmeye ve konuşmaya koyuldu. Bizim millette rastlamadığım ve özlem duyduğum bu tabloya tebessüm ederek katıldım.
    Aynı şey bizim millet ailesinde de oluyor. Anne "Tırmalarrrrrrr" diye yaygarayı basıyor. Ardından baba devreye giriyor ve "Pisssssst" diye höykürerek kedinin ardına tekmeyi basıyor. Velet de rol modele uygun "Pıssssst" diye kediyi kovalıyor. Tablo aynen budur. Daha fazla anlatmayayım. Her iki fotoğraftaki 7 farkı siz bulun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ali Bey çok güzel bir hikaye ile durumu somutlaştırmışsınız. Aslında yazmasam mı acaba diye çok düşündüm bu konuyu. Sonunda dayanamadım. Nereye gitsem aynı şey. Birde bu ebeveynlerle alakalı sabit bir gözlemim daha var. Neredeyse bu tür sıkıntılı çocukların tamamının ailesi çocuğunun aşırı zeki olması sebebiyle hiperaktif olduğunu düşünür durumda. Hepsinde de aynı hikaye çocuğunun aslında yüksek zekalılar okuluna gitmesi gerektiği ama sair sebeplerden ötürü gidemediği. Piyasada hiç normal çocuk yok ne hikmetse. Hepsi üstün zekalı çocuklar, ama hiçbirinde müzedeki heykelin üzerine çıkılmaması gerektiğini akıl edecek kafa yok. Üstüne üstlük ailelerde bu hareketlere gıkını çıkartmıyor. Bunda ben biraz da ülkenin parayı sonradan gören büyük kesiminin payının olduğunu düşünüyorum. Ömrünün yarısından sonra ancak tiyatro, müze, sinema gören bu kitle; halk müziği konserine gidersin alkış tutar, koroyu dinleyemezsin, tiyatroda telefonu bir saniye olsun kapatmaz oyun izletmez, müzede on binlerce yıllık eserlerde tek umursadığı kısmı memesi olur. En acı tarafı bunun artık Fazıl Say'ın tabiriyle soylulaştırılması. Bunları yapan şahısların cahilliklerini yüceltir duruma gelmesi de ayrı bir trajedi. Çocukluğumdan bu yana çok bişey geçmedi ama insanlar o zaman daha adap erkan biliyordu.

      Sil