15 Aralık 2021 Çarşamba

Kiremit Caddesi Evleri/Balat

 


     Bu post yine son derece iç karartıcı paylaşımlarımdan birisi olma potansiyeline sahip bu sebepten en baştan sizi uyarayım, gününüzü bir de ben karartmak istemiyorum. Çocukken Manisa'nın nispeten meşhur sayılabilecek akarsularından biri olan Bakırçay'ın kollarında balık tutmaya giderdik. Özellikle yazın ortalarına doğru sular iyice azalınca derenin kollarında sıkışan balıkların peşine düşerdik. Yaz kuraklaştıkça sağda solda gölcükler oluşur ve küçük, kara, çekik gözlü ada insanları gibi sepetlerle balıkları köşelerde sıkıştırıp yakalardık. Şimdi düşünüyorum da dikenlerin arasında, yılan çıyanın cirit attığı o dere kenarlarına şortla inmek için ne kadar kafayı yemiş olmak lazım acaba? Yine bir gün böyle bir balık avı esnasında bir köşeyi döner dönmez korkunç güzellikte bir manzara karşıladı bizi. Günler önce ölmüş bir atı sahibi dereye yuvarlamıştı. Görür görmez yaşadığımız şok ve korku geçtikten sonra hayvanı incelemeye başlayınca bayağı büyülenmiştim. At bizden biraz daha yüksek bir seviyede asılı kaldığı için ve buna ek olarak benim yaşıtlarına göre çok daha kısa bir çocuk olmam sebebiyle o anda hayvan gözüme gökten inmiş devasa bir Pegasus gibi göründü, ancak bu esnada olduğum yere çivi gibi çakılı kalmamı sağlayan esas unsur hayvanın gözleriydi. Çürümeye çoktan başlamış olmasına rağmen gayet canlı bir biçimde bize bakıyordu. 
     Bu anıyı Büyülü Dağ'ı okurken hatırladım, ölülerin gözünü kapatmayla alakalı bir bölüm vardı, meğerse ölülerin gözleri vefat anında kapatılmadığı takdirde sonradan sertleşen kaslar sebebiyle bu işi yapmak güçleşiyormuş. Yıllardır uzay üssünde astronotlar misali asılı vaziyette takılan jetonum o anda düşüşe geçti ve anladım ki ölürken uykuya dalar gibi gözleri kapanmıyordu insanın, aslında durum tam tersiydi. Bu durumda uyku ve ölüm arasında yüzyıllardır kurulan ilişki de ağır bir darbe almış oluyordu. Nihayet anladım ki eski insanlar ölümü bizden çok daha cesurca karşılamışlardı. Mezar taşlarından bile korkan bizler öteki dünya güzellemelerine doyamayıp bu hayatı kendimize zindan ederken onlar yaşadıkların hayatın kıymetini bilmişler ve güzel bir hayatın sonunda ölümü de bu hayatın bir parçası gibi kabullenmiş ve ölülerinin üzerine kimi zaman evlerini yapmışlardı. Yaşadığımız saniyelerin kıymetini anladıkça sanırım ölümle barışmak da kolaylaşacak gibi duruyor. En azından cennet vaatleriyle birbirimize bu dünyayı dar etmesek o bile yeter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder