Geçtiğimiz günlerde USk'daki deli arkadaşlarımızdan biri onca işinin arasında bir de kitap kulübü kurmaya karar verdi, yalandan "yapma, gel etme" dediysek de alttan alta verdik gazı, neticede kim hayır diyebilir böyle güzel bir aktiviteye? Katılan eden başka insan olur mu derken sanırım gruptaki kişi sayısı onu geçeli epey oldu. Sizi daha ilk cümlede kaybettim değil mi? "Hangi deli?" sorusu beyninizi kemiriyor biliyorum ve hiç vakit kaybetmeden o ismi açıklıyorum, o arkadaşımız Canan Hanım. Kendisine İstanbul'da herhangi bir kültür&sanat faaliyetinde denk gelebilirsiniz, ukulele gruplarından kitap söyleşilerine, müzelerden resim sergilerine. Kendisi bence kültür&sanat piyasasının derinlerinden, büyük ihtimalle herkesin maske taktığı gizli toplantılarda söz sahibi bir arkadaşımız da bize çaktırmadığını düşünüyor. Açıkçası şahsi olarak bayağı sevindim grubu kurmasına, herhangi bir kitabı okuduktan sonra üzerine konuşacak birini arıyor insan.
Grup sayesinde ilginç bir şeyi de fark etmiş oldum, okuduğum romanlarda da hep tecrit edilmiş insanların hikayelerini okuyormuşum ben, nedense sosyal hayattan kitaplarda da uzaklaşmışım. Mesela şu anda okuduğumuz Lawrence Durrel'in Justine'ni küçük bir arkadaş çevresinin hikayesi olmasına rağmen isimlerde o kadar sıkıntı yaşadım ki sonradan kendi seçtiğim kitapları düşününce bu durumu fark ettim. Genelde benim kitaplarımdaki insanlar istemsiz bir biçimde ya sosyal olarak ya da coğrafi etmenlerle tecrit edilmiş küçük gruplar veya kişilermiş. Sanırım yine lafı bayağı uzattım, bu resmi de işte Puslu Kıtalar Atlası buluşmamızda milletin kafasını ütülerken çizmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder