Bu yazı son derece iç karartıcı bir yere gidebilir bu sebeple en baştan hassas okuyuculara küçük bir uyarı yapmam gerekiyor. Belki biliyorsunuzdur her sene sonunda buraya küçük bir yıl sonu değerlendirme notu düşmek gibi bir alışkanlık edindim. Bazen daha önceki yılların yazılarına bakıp planlarımı ne derece gerçekleştirebildiğimi veya düşüncelerimin hangi yönde, nasıl ve hangi hızda değiştiğini görebiliyorum ve bu gözlemleri son derece önemsiyorum, ancak raporlama aşkı da bence bir yerden sonra hastalığa dönüşebiliyor. İşin kötü yanı bu hastalık her sene sonunda beni kıskıvrak yakalamayı bir şekilde başarıyor. Bu senenin de üstünden hızlıca geçmek en azından bir sonraki Aralık ayına kadar kafamı biraz olsun boşaltabilmek adına başlıyorum.
Artık bu blogun klişelerinden birisi de yıl sonu buluşmaları oldu, sene sonunda bütün bir senenin yükünü bir nebze de olsa alan ve gelecek seneyi aynı oranda sakin karşılayabilmek adına yaptığımız güzel şeylerden birisi de elbette USk İstanbul buluşmalarımız. Bu ay buluşma yapamayacağız gibi görünüyordu ancak son anda gezegenler birden hizalanmaya karar verdiler ve bizim de bir şekilde zaman çizelgelerimizde küçük, sevimli boşluklar oluştu. Bu yazıda sadece bu güzel Pazar gününü hatırlamak ve postu heder etmemek adına hiç yıl sonu muhasebesine girmiyorum. Ne yazık ki o da artık benim için yapmam gereken başka bir iş kalemine dönüştü.
Bu sene sanırım pandeminin ardından USk için toparlanma senesi oldu, pandemi öncesinde ne kadar çok çizerle yolumuzun kesiştiğini unutmuşuz, bunu hatırlattıkları için son derece mutlu olduk. Tüm bu COVID-19 sürecinde yaşadığımız maddi ve manevi zorlukların açıkcası çoğu insana bizi unutturacağını düşünüyordum, açıkcası çok da umutlu değildim ve zamanın göstereceklerinden yana pek de iyi hisler içerisinde değildim. Özellikle geçen sene yazın sonuna doğru tekrardan başladığımız ve sonrasında aşılanma sürecinin işe yaraması ve derken ülkenin büyük oranda aşılanmasıyla biz de hızla toparladık. Eski çizerlerimiz tekrardan bizlere ulaştı, güzel buluşmalar düzenledik.
Bir sürü şehirde USk grupları kurulmaya başlandı her ne kadar aktif olarak buluşmasalar da ancak USk İzmir ve ardından USk Eskişehir'in kurulması cidden güzel oldu. Sanırım çok küçük bir parça da olsa bu grupların kurulmasında etkimiz oldu, ki bu durum benim gibi içinde karanlık yıldızları besleyen biri için bile çok güzel haber. Umarım 2023 sanılanın aksine güzel bir sene olur herkes için ve bizler de USk'da planladığımız şeyleri adım adım gerçekleştirebiliriz.
Geçtiğimiz sene Şubat ayında başlamıştım Blender çalışmaya, programın open source olduğunu duyunca biraz araştırmış ve yığınla kaynak bulunca hemen atlamıştım. O günden bu güne yüzlerce saatim geçti ekran başında. Hiç bilmediğiniz bir konuda çalışırken süreç ne yazık ki lineer bir biçimde ilerlemiyor, bazen günlerce yaptığınız çok basit bir hata veya girdiğiniz yanlış bir paremetre yüzünden kitlenip kalabiliyorsunuz. Böyle böyle şu anda bulunduğum noktaya kadar geldim, biraz biraz diğer yardımcı programları da öğrenmeye başladığım şu günlerde artık sanki ortaya bir kısa film çıkartmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. İşte işlerin karışmaya başladığı kısım da tam burası, kafama göre bir sahnenin istediğim bölümünü yapıp fırlatmak bayağı kolaydı. İki hafta kadar önce bayağıdır ertelediğim kısa film yapma sürecini artık başlatmaya karar verdim.
Elimde herhangi bir senaryo yok ve henüz daha bir senedir bu işle uğraşıyorum. Henüz daha kapının eşiğinde bile değilimdir belki, bu sebeple biraz "kervan yolda düzülür" prensibini uygulayacağım. Film için düşündüğüm süre eğer başarabilirsem en fazla 4-5 dakika, bu sürede hikayenim geçtiği yerde bir şehir turu ve bir de kovalamaca sahnesi yapmayı planlıyorum. Bu zamana kadar çoğunlukla Ian Hubert'in tutorialleri üzerinden çalıştığım için böyle bir tercih yaptım, şu ana kadar tamamladığım kısımda genelde Hyperball filmi esnasında ürettiği şeyler olması sebebiyle böyle bir tercihte bulundum. Pod racer tarzı bir şeyler yapabilirim belki, veya daha önce yaptığım motorlu kovalamacası benzeri bir şeyler de olabilir.
Filmin yapımını %70-80 oranında şu ana kadarki öğrendiklerimle sınırlamak istiyorum, bunun sebebi bu süreçte sıfırdan yeni bir şeyler öğrenmek için bu aşamada vakit kaybetmemek, Şubat sonuna kadar bu süreci tamamlamayı düşünüyorum, bu sebeple olabildiğince mevcut durumda öğrendiklerimden yararlanacağım.
Hikayeyi oluştururken bir sürü sınırlamam olacağını biliyordum ancak doğrusu bu kadarını da beklemiyordum, her ne kadar aşama aşama planlı gitmek istesem de şu aşamada bunun olamayacağını anladım, bu sebeple hikaye ve mekan birlikte şekillenecek gibi duruyor. Yapım sürecine başlamadan önce hastası olduğum ve böyle bir filmde referans olarak alabileceğim Blade Runner gibi filmleri oturup tekrardan izledim, sahne sahne durdurup bazen hangi planı ne kadar karede çektiklerine kadar incelemeyi denedim. Bu filmleri tekrardan izlerken aslında kabak gibi gözümün önünde olan ancak bir film yapmaya başlayana kadar hiç umursamadığım iki önemli gerçeğin farkına vardım, filmin geçtiği mekanlar da aslında hikayenin bir parçası, onlar da hikayeden bağımsız değiller, filmin diline olan etkileri korkunç. Fark ettiğim diğer bir konu da dekoru ne kadar verimli kullandıkları. Ben film boyu kahramanlarımız elli tane sokakta fink atıyor derken meğerse aynı sokağın başı sonu ortasını bir güzel kullanıyorlarmış. Hollywood'da bile işler böyle yürüyorsa ben pekala kendi kısa filmimde bunu uygulayabilirim.
Senaryo konusunda düşünerek vakit kaybetmektense bir şeyler yapmaya başlamayı uygun buldum ve binalardan başladım işe. Başta tamamen hayali bir şehir kurmak gibi bir düşüncem vardı, kafama göre takılacaktım ancak sonradan içeride çok derinlerde yatan bir düşünce buna engel oldu. Bir dil oluşturmak ve önümüzdeki projelerde anlatacaklarımı bu dili kullanarak anlatmak istediğimi fark ettim. Sahneler biraz insana kendini Karaköy sokaklarında geziyormuş gibi hissettirsin istedim. Sıfırdan bir şeyler üretmeye kalktığımda genellikle izlediğim filmlerden kitaplardan çok fazla etkilendiğimi çok geç anladım. Bu kararımın geri dönüşü nasıl olacak bilmiyorum ancak izleyenlere yaşadıkları şehirlerden çok daha tanıdık gelecek, Türkçe tabelaların, yol işaretlerinin olduğu her gün yürüdüğümüz sokaklarda geçen bir film yapmanın daha doğru olacağını düşündüm. Bu doğrultuda son birkaç haftasonu hep keşif turlarıyla geçti. Bol bol fotoğraf çekip bunları fSpy ile işleyip Blender'da modellemeye hazır hale getiriyorum. Yine Karaköy civarında farklı cephelerinden baktığınızda bambaşka görünen o köhne binalardan yararlandığımı burada belirtmeliyim. Ayrıca yapıların modüler olması da işimi bayağı kolaylaştırdı. Lego gibi ekleye çıkara sanırım sahneleri kurgulayacağım.
Bu noktada bir konuya daha girmeliyiz sanırım. Filmdeki unsurları modellemek yerine internetten hazır bulabilirdim belki ancak daha önceki projelerde şunu fark ettim(ne kadar da çok şey fark etmişim hiç de gereği yokken); dışardan kullanmak istediğim modeller ne yazık ki çoğu zaman sorunlu oluyor ve üzerinde binlerce poligon barındırıyor, bu durum render alırken ayrı filmi yaparken ayrı yoruyor insanı, bu yüzden bu sefer olabildiğince kendi modellerimi kendim yapacağım. Modellerin kullanılacağı katmanlara göre detay seviyeleri belirleyip zamanı ve ekipmanı daha verimli kullanmayı düşünüyorum.
Yazıya başlarken aklımdakilerin çoğu şu anda uçtu, aklıma geldikçe yine burada not almaya devam edeceğim. Tek başıma böyle bir projeyi yürütmek çok zor olacak ancak başarabilirsem kendimle bayağı gurur duyacağımı hissediyorum. Ne yazık ki bu yazı hislerle ve tahminlerle dolu bir yazı oldu. Bu projeyi tamamlayabilirsem belki ikinci projemde daha net notlar alırım kim bilir. Notları burada kesip sizi şu ana kadar modellediğim bina taslaklarından oluşturduğum kısa bir videoyla başbaşa bırakıyorum. Sanki şimdiden fena olmayacak gibi duruyor sahneler. Umarım bu projenin bitmiş halini de görürüz buralarda üç ay sonra.
Günün son çizimi de bu tombul velet oldu, ilk defa bir figürün hissiyatını biraz olsun yakaladığımı hissettim çizime bakarken. Daha önceki Gazhane buluşmasında da bu veledi çizmiştim diye hatırlıyorum ancak o zaman nedense pek dikkatimi çekmemişti, sıcak bir yaz günü sıcağın altında güneşe bakan bir figür o kadar ilgi çekici olmayabiliyor. Bu sefer arada bir görünen güneşin altında bizler de biraz üşümenin etkisiyle sürekli güneşi ararken bu gökyüzüne bakan arkadaş biraz anlam kazandı sanırım.
Her türlü metali yüksek teknoloji ürünü ocaklarda ergitebildiğimiz, sonrasında çılgınlar gibi istediğimiz hassasiyette işleyebildiğimiz şu mesut günlerde hala 1800-1900'lerin metal işçiliğine özeniyor olmam garip mi bilmiyorum. Henüz bilgisayar teknolojilerinin her türlü üretim sürecine dahil olmadığı daha analog teknolojilerin bile emekleme çağı olan o günlerin ürünlerine bakarken onlara sarılmak geliyor içimden. Eski, o dev perçinlerle dolu, bacası dumandan kapkara olmuş, çeliğin o en güzel ürünü devasa zırhlıların siyah-beyaz fotoğraflarını görünce hangimiz kendimizden geçmiyoruz ki? Gazhane'deki bu devasa metal yığınını görünce de benzer şeyler hissettim, çizmezsem çok ayıp olur diye düşündüm ve ardından işe koyuldum Keşke bu endüstriyel müzeciliğimiz biraz gelişmiş olsaydı da bu tesisleri bir bütün halinde koruyabilseydik.
Büyük ihtimalle 2022'nin son buluşmalarından biri olarak tarihe geçecek olan Gazhane buluşmamızda artı kışın geldiğini gerçek manada hissettik, her seferinde evden çıkarken acaba eldiven de alsam mı diye düşünür buluşmada hava açınca iyi ki de almamışım diyerek ne kadar da doğru bir şey yapmışım diye düşünür kendimle gurur duyardım, bu buluşmada yine aynı şeyler yaşanır diye düşünürken bu sefer yüreklerimizi ısıtan güneş sahneyi rüzgara ve koyu renkli bulutlara bıraktı. Yine de her zamanki gibi şanslı olduğumuzu düşünüyorum, yağışlı bir haftanın giriş yaptığı böyle bir dönemde çok ıslanmadan günü tamamlayabildik. Benim de son zamanlardaki en verimli buluşmalarımdan biri daha gerçekleşmiş oldu, yine bir güne üç çizim sığdırdım.