9 Haziran 2023 Cuma

Odunpazarı Sokak Çizimi / Eskişehir

     Kendimle baş başa kaldığım zamanlarda üzerine en fazla düşündüğüm konu nasıl her şeyi bu kadar çirkin yapabildiğimiz sorusu oluyor; sokakta yürürken de benzer düşünceler geliyor aklıma modern sanat sergilerini gezerken de. Zaten uzunca bir süredir sanat galerilerine gitmeyi bıraktım, oradaki çirkinliklere karşı bünyemde dayanacak gücüm kalmadı. Çoğu ilkokul çocuğunun resmi beni daha fazla heyecanlandırıyor, galeri koridorlarındansa sokakta bir şeyler üreten arkadaşlarımın defterleri daha hayat dolu geliyor. Nereye gitsem aynı çirkinlik, bu çirkinlik konusunda kendimi çok çaresiz hissediyorum. Güzellik beklentimin de çok yüksek olduğunu düşündürmesin bu söylediklerim, aslında kurumuş otlar arasında hurda bir traktör, kırık dökük bir baraka veya yıkılmaya yüz tutmuş bir bina, oto lastikçideki lastik raflarından gözümü kolay ayıramayan biriyimdir. Bu konuyu bugün milyonuncu defa gündeme getirme sebebim şu: sabah iş arkadaşım Ghost In The Shell serisini izlemeye başlamış, benim favori filmlerinden biridir kendileri, aslında küçük bir serisi de var, bütünüyle bir şaheser. Filmini izlemekten ayrı zevk alıyorum, müziklerini ayrı seviyorum. Bazen tek başıma kaldığımda veya yolculukta vaktim varsa müzikleri başa sara sara son ses dinler kendimden geçerim. Filmin kendisi kadar güzel müzikleri de, o da yetmez gider Youtube'dan Kenji Kawai'nin devasa stadyumlarda sağlam bir orkestra eşliğinde yaptığı konser kayıtlarını açar izlerim. Şöyle bir düşünüyorum bir tane filmimiz yok böyle müziklerini severek sürekli dinlediğim, herifler binlerce kilometre öteden çok daha iyi bir biçimde tercüman oluyorlar hislerime. Bunu biraz bir türlü bir dil üretmememize bağlıyorum, yıllardır her bir şeyimiz taklit, oyun izlemeye gidiyorsunuz içinizde garip bir rahatsızlık, koca koca milyonlar harcanarak yapılmış sanat müzelerinde benzer hisler. Yıllardır hep aynı konular ve temelde çoğu kişi için gerçek bile olmayan dertlerden üretilen eserlere maruz kalmaktan yoruldum. Buradan yol nereye çıkar bilemiyorum, aslında en fazla arzuladığım şeylerden birisi kendi üretim dilimizi oluşturabilmek. Sinemada vs. şu anda Blender'la yaptığım şeylerde de biraz bunun için uğraşıyorum ancak önde pek fazla örnek olmadığı için yola dair de pek bir fikrim yok. Şu kısa film projesinde en azından mekanları kendi şehrimde hissettirecek şekilde tasarlamak istiyorum ama bu da o kadar kolay değilmiş hakikaten. Bu resimle bahsettiğim durumun alakasının olmadığının da farkındayım ama biraz içimi dökmek istedim sanırım. (Yukarıda bahsettiğim efsane konserden bir bölümü ağaşıya bırakıyorum)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder